Arkeolojik Alanlarda Sunum Yaklaşımları ve Kent Arkeolojisi
ICOMOS’un
Arkeolojik Mirasın Korunması ve Yönetimi Konusundaki Tüzüğü (1990)’ndeki tanıma
göre “Arkeolojik miras” temel verileri
arkeolojik yöntemlerle elde edilen maddi mirastır. İnsan varlığının her tür
izini kapsar ve her tür insan etkinliğini yansıtan yerleri, terk edilmiş
yapıları, toprak ve su altındaki sitler de dahil olmak üzere her tür kalıntıyı,
bunlarla ilişkili taşınabilir tüm kültürel malzemeyi içerir.
Arkeolojik
miras insan gelişimini ve birikimini geçmişten günümüze aktarması yönünden
değerli bir kaynak olduğu gibi tarihi belge niteliği taşımasından ve
yenilenemeyen bir kaynak olmasından dolayı da korunması önem arz etmektedir. Koruma
kavramının daha konuşulmadığı 1300’lü yıllarda eski Roma tarihi kalıntıların
tahribatına neden olanların para cezasına tabi tutuldukları bilinmektedir.
Tarihi eser korunmasının daha o yıllarda ön plana çıktığı görülmektedir.
Arkeolojinin
bilim haline gelmesi ise 18. yüzyılda İtalya’da başlanan kazılar sayesinde
(Pompei- Herculaneum) gerçekleşirken burada ortaya çıkarılan Roma Dönemi
kalıntılarının uzun süre bakımsız kalmaları sonucu fresklerin solması,
mozaiklerin dağılması gibi durumlarla karşılaşılmış ve ortaya çıkan bu durumlar
arkeologları koruma anlamında çözüm aramaya yöneltmiştir. Bu durum kazılar ve
koruma uygulamalarının sistematikleşmesini ve kararlar alınmasını sağlamıştır.
Arkeolojik
alanlardaki koruma uygulamaları ile ilgili uluslar arası ilkeler, son 70 yılda
tartışarak geliştirilmiştir. 19 Aralık 1954’te Paris’te imzalanan “Avrupa
Kültür Sözleşmesi”, UNESCO’nun 1956 tarihli “Arkeolojik Kazılarda Uygulanacak
Uluslar arası İlkeler Tavsiye Kararı”, “Venedik Tüzüğü”(1964),, Avrupa
Konseyi’nin ilki 1969’da Londra’da, değiştirilmiş şekli 1992’de Valetta’da
imzalanan “Arkeolojik Mirasın Korunmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesi”,
UNESCO’nun 1976’da Nairobi’de aldığı “Tarihi Alanların Korunması ve Çağdaş
Rolleri Konusunda Tavsiyeler Kararı”, ICOMOS’un “Arkeolojik Mirasın Yönetimi”
(1990,Lozan) ve “Sualtı Kültür Mirasının Korunması Yönetimi” (1996,Sofya)
tüzükleri bulunmaktadır. (Ahunbay,2010)
Türkiye’de Arkeoloji Biliminin
Gelişimi
Ülkemizde;
Batı Anadolu'da demiryolu inşaatları sırasında görevli mühendislerin çevredeki
arkeolojik kalıntılarla ilgilenmesiyle, Efes ve Bergama'da ilk düzenli kazılar
başlatılmıştır. (Ahunbay,1996) Böylece 19. yüzyılda arkeoloji biliminin
gelişimi Türkiye’de de başlamıştır.
Ülkemizdeki
arkeolojik varlıkların bir değer olarak tanınması ve yasal koruma altına
alınması, Müze-i Hümayun müdürü P.A. Dethier tarafından hazırlanan 1874 tarihli
Asar-ı Atika Nizamnamesi'yle olmuştur. Taşınır ve taşınmaz eski eserleri
kapsayan bu yasamızda eski eser "yeryüzünde ve yeraltında bulunan
arkeolojik eserler, paralar ve eşya" olarak tanımlanmış; kaçak
kazıları denetim altına almak amacıyla, tarihi eserleri tahrip edenlerin
cezalandırılması hükmü getirilmiştir. Söz konusu yasanın ortaya çıkışı
sırasında devletin arkeolojiye bakış açısı günümüzdekinden oldukça farklıdır.
Yasada kazı sonunda elde edilenler üçe bölünmekte; buluntular arazi sahibi,
devlet ve kazı ekibi arasında eşit olarak paylaşılmaktaydı. Önceleri yabancı
ekipler kazıyla elde ettikleri heykel, vd. buluntuları yurtdışına
çıkarabiliyorlardı. H. Schliemann'ın 1873 yılında Troia kazısında bulduklarını Yunanistan'a
yollaması sonucu meydana gelen sıkıntılı durumun ardından Asar-ı Atika
Nizamnamesi'nde değişiklik yapılması fikri güçlenmiştir. Osman Hamdi Bey'in
(1842-1910) çabalarıyla 1884'de yürürlüğe giren yasayla, arkeolojik değerlerin
yurtdışına çıkarılması yasaklanmış; kazıyla ortaya çıkarılan her tür eski eserin
devlete ait olması kabul edilmiştir (Ahunbay,1996).
Böylece
yasalar incelendiğinde; çıkarılan ilk Nizamname’de kazıda çıkarılan eserlerin
yurtdışına kaçırılamayacağı fakat yurt içinde satılabileceği ve eseri bulanın
eserin sahibi olduğu uygulaması geçerliyken, 1874’te uygulanan ikinci
nizamnamede eser esas olarak devlete ait sayılmıştır. Fakat üçte biri eseri
bulana, üçte biri eserin çıkarıldığı arazinin sahibine, üçte biri de devlete
ait kabul edilmiştir. 1884’te 3.Nizamname ile birlikte kazı yapmak için ruhsat
zorunluluğu getirilmiş, bütün eserlerin devlete ait olduğu kesinleştirilmiş ve
eski eser tanımı genişletilmiştir. 4. Asar-ı Atika Nizamnamesi ise 1906 yılında
çıkarılmış olup tüm kültürlere ait değerler eski eser kapsamına dahil
edilmiştir. Yalnızca taşınamayan anıtlar değil taşınabilen eski yapıtların tümü
de devlet malı sayılmış ve eski eser kavramı genişlemiştir. Müzecilik bu
dönemde oldukça gelişmiştir.
1912
tarihli ‘Muhafaza-i Abidat Kanunu’ ve 13.03.1930 tarihli ‘Esvar ve Kala-i
Atikadan belediyelere, vilayete terk olunacak yerler hakkında kanun’,
Cumhuriyet Döneminde de kullanılmıştır. 1951 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na
bağlı ‘Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’ oluşturulmuş,
anıtları koruma işlerinde uyulacak ilkeleri belirlemek, uygulamaları denetlemek
ve görüş bildirmek gibi görevler yüklenmiştir. 25.04.1973 tarihinde artık
gereksinimlere cevap veremez duruma gelen tüm eski yasalar yürürlükten
kaldırılarak, koruma konusunda çağdaş gelişmeleri yansıtan 1710 sayılı ‘Eski
Eserler Kanunu’ yürürlüğe konmuştur.
Arkeolojik,
tarihi ve doğal sit kavramlarının ilk kez yasal
düzenlemelerde yer almasının sağladığı olanaklarla ‘Gayrimenkul Eski Eserler ve
Anıtlar Yüksek Kurulu’, 1973-82 yılları arasında 100’ü kentsel alanda konumlanan
417 sit alanı belirlemiştir (Ahunbay,2007). Tarihi çevrenin doku bütünlüğüyle
korunmasına olanak veren bu yasa koruma tarihimizde bir dönüm noktası olmuş;
tarihi süreklilik, çok katmanlılık gibi kavramlar henüz oluşmasa da sit
kararları, kentlerin farklı dönem birikimlerinin korunmasına katkıda bulunmuştur
(Aydeniz,2009).
20.
yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması; yeni rejimin arkeolojiye olumlu
bakışı sonunda, bu alanda eğitime önem verilmesi, bilinçlenmeyi
hızlandırmıştır. Yurtdışına arkeoloji eğitimi görmek üzere gönderilenlerin
dönüşlerinde üniversitelere öğretim üyesi olmaları, Ankara ve İstanbul
üniversitelerinde arkeoloji bölümleri kurulması sayesinde, çok sayıda uzman
yetiştirilmiştir. Cumhuriyetin ilk 50 yılı içinde Türk ve yabancı arkeologlar
düzenli kazılar yaparak ülkenin çeşitli dönemlerine ait yeni veriler elde
etmişlerdir. 1979'dan bu yana ise, her yıl düzenlenen kazı sonuçları
sempozyumlarıyla, bu alandaki bulgular arkeoloji bilim dünyasına sunulmakta ve
yayımlanmaktadır (Ahunbay,1996).
Kent Arkeolojisi Kavramı
Tarihin
farklı dönemlerinde yerleşilmiş ve bu farklı dönemlerin izlerini içinde halen
barındırmakta olan kentler bulunmaktadır. Farklı dönemlere ait kalıntı ve
izlerin yatayda, düşeyde veya diğer açılarda sıralandığı bu yerleşimlere “çok
katmanlı kent” denilmektedir. Bu katmanların araştırılması hem kentin geçirdiği
tarihsel süreci ortaya koymakta hem de yaşanılan dönemler ve insan - kent
ilişkisiyle ilgili bilgiler içermektedir. Aynı zamanda ortaya çıkarılan bu
alanlar mimari ve mekansal çeşitlilik yaratıp kent kültürünü
zenginleştirmektedir. Geçmişte çok katmanlı bu alanlara gereken önem
verilmemiş, yeterince korunmamıştır. Mevcut koruma kavram ve yöntemlerinin çok
katmanlı kentleri koruma açısından yetersiz kalması sonucunda da “kent
arkeolojisi” kavramı bilimsel bir çalışma alanı olarak ortaya çıkmıştır.
“Kentsel
Arkeoloji” terimi 2.Dünya Savaşı sonrasında yıkıma uğramış Avrupa kentlerinin
yeniden inşa süreçleriyle beraber kullanılmaya başlanmıştır. Kentsel alanlarda
yürütülen arkeolojik çalışmaları tanımlamak için kullanılan terim, zamanla
kentlerin çok katmanlı kültürel yapısını anlamaya ve kentin tarihsel gelişimini
ortaya koymaya çalışan bir disiplin olmuştur (Belge,2004).
Kentsel
arkeoloji kavramı ülkemizde ilk kez 1990 yılında, Avrupa Konseyi’nin isteği
üzerine kentsel arkeoloji başlıklı bir sempozyum düzenlenmesi amacıyla, Kültür
Bakanlığı bünyesinde kurulan komite tarafından kullanılmıştır. Bu sempozyumda
birçok söylem ve problem tartışılmış, fakat uygulamaya yönelik bir fikir
geliştirilememiştir (Boylu,1994).
Daha
sonra bu tanım 1993 yılında 338 sayılı İlke Kararı ile yazımızda kullanılmaya
başlanmıştır. 338 sayılı ilke kararı, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma yasasının 6. Maddesi kapsamında tanımlanan korunması gerekli taşınmaz
kültür varlıklarını içeren ve aynı yasa maddesi gereği korunması gerekli
kentsel dokuların birlikte bulunduğu alanların, kentsel arkeolojik sit alanları
olarak tanımlanmasını karara bağlamıştır. (Belge,2004)
Ülkemizde
kent arkeolojisi (kentsel arkeoloji) kavramının çok geç ortaya atılması, çok
katmanlı kentlerimizin tarihi zenginlik ve çeşitliliklerinin tehlikede olmasına
sebep olmuş, tarihi yapı ya da kalıntılar kent gelişiminde engel olarak
görülmüştür. Fakat günümüzde bu durum değişmekte, bu alanların yasalarla
korunmaya başlanmasının yanı sıra, kent ve kentli için önemi ön plana
çıkmaktadır. Kentin sosyal ve kültürel gelişimine katkı sağlarken kentin
tarihsel geçmişini de aydınlatmaktadır.
Arkeolojik Restorasyon ve Arkeolojik
Alanlarda Sunum Yaklaşımları
Arkeolojik
restorasyon denildiğinde akla gelen ilk kavram, arkeolojik sitlerin tarihi
belge olarak yansıtılmasını sağlayan en iyi sunuş yöntemi olan “anastilosis”
uygulamasıdır. Venedik tüzüğünün 15.
Maddesine göre; “yıkılmış, parçaları dağılmış olan antik yapıların özgün
parçaları derlenip bir araya getirilerek ayağa kaldırılmaları” anlamını taşıyan
bu kavram arkeolojik alanlarda başvurulan birincil yöntemdir.
Şekil 1: Perge Antik Kenti’nde Anastilosis
uygulamasından önce kenara ayrılmış “Batı Helenistik Kule Mimari Parçaları”-
2018
Şekil 2: Perge Antik Kenti’nde numaralandırılarak
yerlerine yerleştirilmiş özgün parçalar-2018
Bu
yöntemin uygulanabilmesi için parçalanmış halde bulunan yapının, güncel
malzemelerle ayağa kaldırılmasını sağlayacak yoğunlukta özgün parçasının
bulunmuş olması gerekmektedir. Kazılar sonucu ortaya çıkan parçaların
bulundukları yerler bir vaziyet planı üzerine işaretlenir, her bulunan parça
incelenir, o parçayla ilgili bilgi fişi hazırlanır. 1/10 ölçekli plan, kesit,
görünüş çizimleri yapılır, parçaların ayağa kaldırılacak yapı içindeki
konumları belirlenir ve bir araya getirilme olasılıkları değerlendirilir. Bu
parçalar birleştirilirken kullanılan malzemenin ise ayırt edilebilir olması istenmektedir.
Bu duruma uyulmaması, yeterli parça yokken yapının ayağa kaldırılma çalışması
yeniden yapım anlamına gelmektedir ve arkeolojik restorasyona aykırı bir
yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Bununla ilgili en bilinen örnek Atina
Agorası’nda yer alan Attalos Stoası’dır.
Şekil
3: 1952 kasım ayında Attalos Stoası
Şekil
4: 1956 aralık ayında Attalos Stoası
(Kaynak: http://www.agathe.gr/overview/the_stoa_of_attalos.html)
1952
yılında çekilen fotoğrafta görüldüğü üzere yapıya ait çok az kalıntı
bulunmaktadır ve yeni yapılan yapının büyük çoğunluğu güncel malzemeyle
oluşturulmuştur. Bu da rekonstrüksiyona gidildiğini göstermektedir. Gözlemciyi
yapının tarihi, malzemeleri hakkında yanıltabilen bu yaklaşımda, geçmişi tekrar
yaşatmak amacına bağlı kalınarak hayata geçirilmesine rağmen Stoa’nın dükkan
sıralarından oluşan mekan düzenine uyulmamış, müze aydınlatmasının da
mekanların özgün durumlarına aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Bu nedenlerden
dolayı geçmiş fonksiyonu da günümüze ulaştıramadığı anlaşılmaktadır.
Ahunbay’a
göre arkeolojik kalıntılar yeniden kullanım zorlamalarıyla karşı karşıya
bırakılmamalıdır. Bu konuda gösterdiği örnek ise; Efes Domitian Terası’dır.
Burada bulunan kalıntıların hepsi değil, eski halinin bir parçası ayağa
kaldırılmış bu da gözlemciye yapının bütün hali hakkında bilgi vermektedir.
Şekil 5: Efes Domitian Terası
(http://izmirfx.mekan360.com/haberler_4320,0-izmir-haberleri-efes-domitian-tapinagi.html)
Özellikle
anastilosis sonrası ayağa kaldırılan yapıların bulundukları arkeolojik alanla
ilişkisi dikkate alınarak kaldırılma işlemi gerçekleştirilmedir. Tüm siti ayağa
kaldıracak yeterli sayıda parçanın bulunmadığı alanlarda, yeterli sayıda
parçası bulunup ayağa kaldırılacak yapıların alandaki en önemli yapı izlenimi
verecekleri göz önünde bulundurulmalı, eğer gerçekten de mevcut durum böyleyse
ayağa kaldırılmalı, değilse restitüsyon çizimiyle yetinilmeli ya da sadece
belli bir kısım parça, tarihi belgeyi ifade edecek şekilde sergilenmelidir. Bu
konu üzerine Zeynep Ahunbay’ın verdiği örnek Efes Küretler Caddesi’ndeki Trajan
çeşmesidir. Bu alanda yapılan anastilosis çalışmasında, ayağa kaldırılacak
çeşmenin arkeolojik sitteki diğer yapıların önüne geçmemesi istendiğinden
orijinal yüksekliğinde yapılmamıştır. Fakat bu durumda gözlemci tarihi belgeyi
gerçek haliyle algılayamamakta yanılgıya düşmektedir.
Şekil
6:
Anastilosis Uygulaması Öncesi Görünüş - Trajan Çeşmesi Cephe Restitüsyonu -Uygulama sonrası
(Kaynak: Quatember
U. (2011) Das Nymphaeum Traiani in Ephesos, FiE XI/2, Tafel 4. Quatember U
(2011) Das Nymphaeum Traiani in Ephesos, FiE XI/2, Tafel 5. ÖAİ Arşiv no.
A-W-ÖAİ-DIA-044247-original)
Şekil
8: Efes Küretler Caddesi’ndeki Trajan Çeşmesi
Anastilosis Uygulaması Sonrası Görünüş
(Kaynak:
https://www.tripadvisor.com.tr/LocationPhotoDirectLink-g298006-d3622068-i257617218-Trajan_Fountain-Izmir_Izmir_Province_Turkish_Aegean_Coast.html)
1.Malzeme
Anastilosis
uygulamalarında dikkat edilmesi gereken durumlardan bir tanesi de anıta eklenen
eklerin kolayca anlaşılabilir olmasıdır. Venedik Tüzüğü’nün 15. maddesinde bu
konu vurgulanmaktadır. Bununla ilgili örneklerden bir tanesi Side antik
kentinden verilebilir.
Şekil
9: Side
Antik Kenti - Vespasian Anıtı
(Kaynak: https://www.tripadvisor.com.tr/ShowUserReviews-g297968-d12492183-r488400640-Vespasianus_Aniti-Side_Manavgat_Turkish_Mediterranean_Coast.html)
Side
antik kentinde bulunan Vespasian Anıtı anastilosislerinde sütunları tamamlayan
parçalar ayırt edilebilir niteliktedir. Malzemenin hem özgün olandan ayırt
edilmesi ve ayırt edilebilir malzemenin özgün malzemeyle uyum içerisinde olması
açısından olumludur.
Bu
yaklaşımın abartıldığı durumlara da rastlanmaktadır. Örneğin Pompei’de beyaz mermer sütun ve ayaklar kırmızı tuğla
ile bütünlenmiştir. Bu örnek bir bütünlemenin estetik yönden başarılı
olabilmesi için ayrıntıların iyi çözümlenmesi gerekliliğini vurgulamaktadır.
Biçiminin sürdürülebilmesi eklerin özgün parçaya olabildiğince yakınlaşmasıyla
gerçekleşebilmektedir. Bir bütünleme biçimin algılanabilmesine yardım ettiği,
genel bakışta göze batmadığı fakat yakından çıplak gözle izlendiğinde ayırt
edilebilir olduğu zaman estetik yönden de başarıya ulaşmış sayılabilir
(Ahunbay,1996).
Şekil 10:
Pompei Kenti sütunlarındaki beyaz mermer – tuğla bütünlemesi
(Kaynak: https://www.123rf.com/photo_32139186_famous-antique-ruins-of-town-pompeii-in-southern-italy.html?fromid=ZS9TeW8zMk9INUNIT1dEYS9FZ2dIdz09)
Onarımda
kullanılamayacak kadar kötü durumda olan malzemelerin yerine bazen de
replikalarının hazırlanması gerekir. Böyle bir durumda ilk tercih özgün
malzemenin sağlanmasıdır. Özgün malzemenin sağlanamadığı durumlarda (taş
ocaklarının yerinin bilinmemesi, ulaşılamaması, işlemin çok pahalı olması gibi)
yapay taş kullanımı uygun görülebilir.
Özgün
taşın rengine ve yapısına uyum sağlayabilmek için malzeme araştırması yapılır;
taş tozu ve kırığına bağlayıcı katkılar eklenerek uygun fiziksel ve kimyasal
özellikler elde edilebilir. Dökme tekniği ile hazırlanan yeni parçaların
gerçeğe yakın biçim alabilmeleri için silikon, kauçuk, lateks gibi kalıp
malzemelerinden yararlanılmaktadır. Özgün parçalardan alınan ayrıntılar aynen
veya sadeleştirilerek kullanılmaktadır (Ahunbay,1996).
Böyle
durumlarda seçilen yapay taş genleşip eski taşı çatlatabilme potansiyeli
taşıdığından dolayı seçimi önem arz etmektedir.
Ülkemizde
bulunan Assos Antik Kenti’ndeki Athena Tapınağı, geçirdiği ilk restorasyonda
(1987) altı sütunu ayağa kaldırılmıştır. Bu restorasyonda sütunlarda kullanılan
beton parçaları zamanla çatladığından ve eridiğinden dolayı 2007 yılında yeni
bir restorasyon yapılmış ve bu restorasyonda eksik parçalar andezitten
üretilmiştir.
Özgün
parçalardaki kırılmaları birleştirmek için ise titanyum, krom-çelik gibi
malzemeler kullanılır. Metal bağlantı elemanlarının bozulmasını engellemek
(korozyon) ve sabitlemek amacıyla kurşun eritilip dökülür ya da epoksi
reçineyle örtülürler.
2.Taşıyıcı Sistem
Antik
yatay ve düşey taşıyıcılara yük bindirmenin malzemeyi zorlayacağı durumlarda
yeni bir taşıyıcı sistem oluşturulması işlemine gidilmektedir (Ahunbay,1996).
Efes
Celsus kütüphanesi restorasyonunda bu işleme gidilmiştir.
“Tüm cephenin çatı kornişi seviyesine
kadar kaldırılmasına yetecek kadar (% 80) antik malzeme mevcuttur, fakat arka
duvarın taşlarından oldukça az miktarda kalmıştır. Böylece arka duvar neredeyse
tamamıyla yeni bloklardan yapılmıştır.
Taşıyıcı sistem geliştirirken yerine getirilmesi gereken koşullardan biri,
depreme dayanıklılığın sağlanması olmuştur. Kısmen mevcut taşların kullanımıyla
ve özellikle cephenin iç tarafında orijinal taşın olmadığı yerde betonarmenin
kullanımıyla oluşturulan çerçeve taşıyıcı sistemi oluşturmuştur. Buradan çıkan
konsollar, sütunların üzerine oturtulmuş, kornişler doğrudan betonarme
konsollara bağlanmıştır. Donanımda kullanılan inşaat çeliği taşlara delme
yoluyla yerleştirilmiş ve çatlaklar birbirine reçine bazında sentetik bir
yapıştırıcı kullanılarak yapıştırılmıştır. Orijinal taşın rengine uygun olarak
renklendirilmiş beyaz çimento bazında yapay taşlar, üst yüzey olarak
eklenmiştir. Uygulama tarihinde kırılan orijinal parçaların yapıştırılmasında
kullanılan araldit ve kullanma tekniği ile ilgili deneyim yoktu, aradan geçen
zaman içinde aralditin çözüldüğü, zamanla renk değişimine uğradığı, giderek
büyüyen çatlaklar oluştuğu bilinmekte ve ölçüm yoluyla denetlenmektedir.”
(Kaymak,2008).
Şekil
11: Efes
Celsus Kütüphanesi
(Kaynak:
https://www.flickr.com/photos/talipcetin/28961809295)
3.Çatılar
Arkeolojik
sitlerde koruma daha çok doğanın ve insanların zararlı etkilerine karşı
yapılmaktadır. Kazı sonrasında ortaya çıkan duvar, döşeme, tonoz ve diğer
mimari ögelerin sağlamlaştırılarak korunmaları söz konusudur. Açıkta kalması
sakıncalı olan malzeme ve ayrıntılar (kerpiç, mozaik döşeme, çini kaplı duvar,
fresk vb.) bir çatı altına alınarak korunabilir. Bu durumda çatının sit alanı
içinde yaratacağı olumsuz etkiyi düşünmek ve önlem almak gerekir. (Ahunay)
Arkeolojik
alanlarda kalıntıları kar, yağmur gibi doğa olaylarına karşı korumak için
yapılan çatılar, gözlemcinin dikkatini kendisine çekmemeli, arkeolojik alana
göre daha gösterişli olmamalıdır.
Ülkemizde
bulunan Karatepe Açık Hava Müzesi, geç Hitit dönemine ait kalıntıların
korunarak sergilendiği bir alandır. 1957
yılında Turgut Cansever tarafından tasarlanan “saçaklar” ile antik sınır kalesi
her türlü hava koşullarından koruma altına alınmıştır.
Şekil
12:
Turgut Cansever tarafından tasarlanan “saçaklar”
(Kaynak:
http://www.arkiv.com.tr/proje/karatepe-acik-hava-muzesi/2807)
Şekil
13:
Molinete Arkeoloji Parkı – İspanya
(Kaynak:
www.pinterest.com)
İspanya’da
bulunan Molinete Arkeoloji Parkı’nda bulunan kalıntıları koruma amaçlı yapılmış
çatıda ise daha ilgi çekici bir tasarıma gidilmiştir.
4.Çağdaş
Ek
Arkeolojik
alanlarda gözlemcinin kalıntılara zarar vermeden dolaşmasını ve alanın
sirkülasyonunu sağlayan ekler de ihtiyaca göre bulunabilmektedir.
Şekil
14:
Efes Yamaç Evler – Sirkülasyonu Sağlayan Cam Çağdaş Ek
(Kaynak:
http://www.kentyasam.com/yamac-evleri-gormeden-eve-donme-yhbrdty-3284.html)
Efes
Yamaç Evler’de olduğu gibi kalıntıların üzerlerine yapılacaklarsa genellikle
cam gibi hafif strüktürler tercih edilir. Hem de böylece gözlemci üzerinde
dolaştığı kalıntıları da izleyebilmektedir.
Şekil
15:
Perge antik tiyatrosunda bulunan sirkülasyonu sağlayan çağdaş ek
Perge
Tiyatrosu’nda kullanılan çağdaş ek de antik yapılarda bulunamayan parçaların
sirkülasyonu aksattığı durumlarda çözüm üretmek amacıyla yerleştirilen eklere
örnektir. Gözlemci tiyatronun dışından gelip girişten geçip fotoğraftaki ahşap
platformun üzerinden geçerek tiyatronun orkestra bölümüne ulaşabilmektedir.
Böylece gözlemcinin yapı içerisinde dolaşımı sağlanmaktadır.
5.Arkeolojik Alanlarda Güncel
Sunum Yaklaşımları
Arkeoloik
alanlarda alanın tamamını ya da alandan bir yapıyı ayağa kaldırmaya yetecek
kadar parça bulunmayabilir ya da bazı durumlarda örneğin alan kent içinde ise
arkeolojik alanın ayağa kaldırılması kent içindeki silüeti bozabilir yada kent
içindeki arkeolojik alanın yakınında bulunan ve kent için önem arz eden başka
bir yapının kent içindeki görüntüsünü etkileyebilir. Böyle durumlarda alanın
özel durumuna ve etrafındaki yapılarla ilişkisine göre sunum şekline karar
verilmelidir.
Şekil
16:
Sao Jorge kalesinin restorasyonu sırasında ortaya çıkan demir çağına ait
arkeolojik alan
Şekil
17: Yapının
İç Mekanı
(Kaynak:
https://www.archdaily.com/89460/musealization-of-the-archaeological-site-of-praca-nova-of-sao-jorge-castle-jlcg-arquitectos)
Sao
Jorge kalesinin restorasyonu sırasında ortaya çıkarılan kalıntılar alçı bir
çatı örtüsüyle sarılmıştır. Alanda bulunan kalıntıların bir kısmı öngörülen
gerçek duvar yüksekliğine kadar alçıpan duvarlarla yükseltilmiş ve gözlemciye geçmiş hali hakkında
fikir vermektedir. Kalıntının zarar görmemesi için alçıpan duvarlar kalıntıdan
50 cm yükseklikte başlamaktadır ve toprak zeminde 6 farklı noktaya
taşıtılmaktadır. Bu sunum yönteminde güncel malzeme kullanılarak gözlemciye
fikir verme yoluna gidilmiş, arkeolojik kalıntılar ve güncel malzeme arasında
ise en az temas sağlanmaya çalışılmıştır.
Şekil
18: Edoardo Tresoldi’nin Siponto Arkeoloji Parkı’nda
tasarladığı tel örgüden oluşan bazilika strüktürü
(
Kaynak: https://xxi.com.tr/i/gecmisten-gelen-hayal)
İtalya’nın
Puglia bölgesinde yer alan antik liman şehri Siponto’da bulunan erken
Hıristiyanlık dönemine ait olduğu bilinen kilise yapısı; Edoardo Tresoldi’nin
tel örgüyle oluşturduğu strüktür ile gözlemciye sunulmaktadır. Strüktürün hafif
olması ve gözlemlenen bazilika yapısına ait; kolon, kemer ve kubbeli çatı gibi
hatları verebilmesi açısından olumlu bir sunum örneğidir. Anastilosise
gidilecek kadar parçanın ortaya çıkmadığı bu alanda güncel bir çözüm yöntemi
bulunmuş, hem kalıntıları etkilemeyecek kadar hafif bir tel strüktür
kullanılmış hem de gözlemcinin eski yapıyı algılaması sağlanmıştır.
Şekil
19:
Davidson Merkezi gece görünüşü
Şekil
20:
Davidson Merkezi - Arkeolojik alanı örten cam yapı
Şekil
21:
Davidson Merkezi – 21. Yüzyılı yansıtan cam ve çelikten oluşturulmuş strüktür
(Kaynak:
https://www.archilovers.com/projects/129824/davidson-center.html)
Kudüs’teki
antik şehirde bulunan Davidson Merkezi, yeraltında kalan arkeolojik alanın
dolaşılabilmesi için tasarlanmıştır. Kudüs’ün çok katmanlı arkeolojik
alanlarının sunumunu sağlarken, konferans ve sergi alanı olarak da
kullanılmaktadır. Antik duvarların kütlesini ortaya çıkaran Kemerler Salonu
şeffaf cam yapıyla örtülmüştür. Yeraltında bulunan 21. yy yapısını yansıtmak
için ise “oculus” adını verdikleri bir mimari öge yüzeyin üzerinde tasarlanmış,
cam ve çelik ile hafif bir strüktür oluşturulmuştur. Bu tasarımda arkeolojik
alanın işlevlendirilmesiyle karşılaşılmaktadır. Bu yaklaşım kentlerde bulunan
arkeolojik alanlarda da karşımıza çıkmaktadır.
Kent Arkeolojisi Yaklaşımları
Kent
içinde kalmış arkeolojik alanlar bulundukları yerler ve şartlara göre farklı
sunum yaklaşımlarıyla kent içlerindeki yerlerini korumaktadırlar. Bu nedenle
kent içinde kalmış her arkeolojik alan kendi içinde kendi şartlarında
değerlendirilmeli, çevredeki yapılarla ilişkisi gözetilmelidir.
Şekil 22: Plovdiv
Kent Merkezi
(Kaynak:
https://www.booking.com/hotel/bg)
Bulgaristan’ın
Plovdiv şehrinde, şehir merkezinde bulunan kalıntılar korunmuş, arkeolojik alan
üzerinden geçen yolda boşluklar açılarak köprü oluşturulmuş, kent merkezinde
halkın dinlenebileceği ve çok katmanlı şehri izleyebileceği bir peyzaj alanı
oluşturulmuştur. Kalıntılar yeni kentin tarihi silüetini bozmamış aksine
beslemiştir. Alt katmandaki arkeolojik alan içerisinde dolaşılabilmektedir ve
alanlar cam ile şeffaflık sağlanarak bölünüp iç mekan yaratılmıştır.
Şekil 23: Kolumba Müzesi İç Mekan
Şekil 24:
Kolumba Müzesi Cephe Görünüşü
(Kaynak:
https://www.archdaily.com/72192/kolumba-musuem-peter-zumthor)
Pether
Zumthor’un tasarladığı Kolumba Müzesi kentin içine girmiş arkeolojik alanı
içinde barındırarak kapalı ve korunaklı bir alan sağlamaktadır. Müze; Roma
dönemine ait kalıntıların ve savaş sonrasında yıkılmış 19. yüzyıl kilise
kalıntılarının bulunduğu alanda yapılmıştır. Yapı St Kolumba Kilisesi’nin
kalıntıları arasında dolaşım imkanı sağlamakta ve içinde 16 sergi salonu
bulunan bir müze olarak tasarlanmıştır. Kalıntılar arası sirkülasyon ahşap
köprülerle sağlanmıştır. Yapının duvar malzemesi ise gri tuğladır.
Şekil 25:
Relais San Lorenzo Oteli
(Kaynak:
http://www.relaisanlorenzo.com
/rsl_gallery_en.html)
Relais
San Lorenzo; kent içindeki arkeolojik kalıntıları içine alan bir otel
projesidir. Otelin yapımı sırasında ortaya çıkan kalıntılar tasarıma yön vermiş
ve korumaya alınmışlardır. Otelin restoran kısmından izlenebilen bir alan
olarak korunmuştur. Hatta restoran kısmında içerisinde ortaya çıkan kalıntılar
korunmuş, hem tasarım zenginleştirilmiş hem de kent tarihi korunmuştur. Proje
M.S 300 yılına ait Roma duvarlarını içinde barındırmaktadır. Bu yaklaşım kent
içi arkeolojik alanın işlevlendirilerek korunmasına örnektir.
Şekil 26: Verona Şehir Merkezindeki Arkeolojik
Alan
(Kaynak: https://www.zainoo.com/en/italy/veneto/
verona/via-cappello)
Şekil 27: Verona Şehir Merkezindeki Arkeolojik
Alan
(Kaynak:
https://www.123rf.com/photo_37904115_verona-italy-august-27-2013-street-in-verona-city-center-with-archaeological-dig-site-of-antique-per.html)
Verona
şehir merkezinde Roma Dönemi’ne ait kalıntıların bulunduğu arkeolojik
alanda, Plovdiv şehir merkezindeki
arkeolojik alana yakın bir yaklaşım gözlemlenmektedir. Kent merkezindeki
yayalaştırılmış bir sokakta oluşturulan boşlukla, yolun altında kalan
arkeolojik alan ortaya çıkarılmış ve yolda yürüyen insanların görebilecekleri
şekilde kot farkı yaratılarak düzenlenmiştir. Kent merkezinin de tarihi
binalardan oluşan bir tarihi çevre olması, çok katmanlı kenti kot farkıyla
gözler önüne sermektedir. Şehir katmanları tasarım unsuru olarak ele alınmış,
kent yaşamına dahil edilmiştir.
Kaynaklar
Ahunbay, Z.,
Tarihi Çevre ve Restorasyon Kitabı, Dokuzuncu Baskı, Yem Yayınları, 2017.
Ahunbay, Z.,
Arkeolojik Alanlarda Koruma Sorunları Kuramsal ve Yasal Açılardan
Değerlendirme, 2010
Aydeniz, E.N.,
“Kent Arkeolojisi Kavramının Dünyadaki Gelişimi ve Türkiye’deki Yansımaları”
Yaşar Üniversitesi, Mimarlık Bölümü, 2009.
Belge,B., “Çok
Katmanlı Tarihi Kent Merkezlerinin Yönetimi: Kentsel Arkeoloji ve Planlama”,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi,Mimarlık Fakültesi, 2004.
Boylu,A., “Urban
Archaeology (A visionary framework for urban archaeology in Turkey)
(yayınlanmamış y. Lisans tezi), Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık
Fakültesi, 1994.
Duman,B., “2012
Tripolis Kazı ve Restorasyon Projesi”
Erder, C.,
“Tarihi Çevre Bilinci” Orta Doğu Teknik Üniversitesi,Mimarlık Fakültesi, 2007.
https://xxi.com.tr/i/gecmisten-gelen-hayal
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.kentyasam.com/yamac-evleri-gormeden-eve-donme-yhbrdty-3284.html
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.arkiv.com.tr/proje/karatepe-acik-hava-muzesi/2807
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.pinterest.com
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.flickr.com/photos/talipcetin/28961809295
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://izmirfx.mekan360.com/haberler_4320,0-izmir-haberleri-efes-domitian-tapinagi.html
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.architectural-review.com/today/so-jorge-castle-archeological-site-by-jlcg-arquitectos-lisbon-portugal/8607234.article
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.agathe.gr/overview/the_stoa_of_atta
los.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.archilovers.com/projects/129824/davidson-center.html
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.123rf.com/photo_32139186_famous-antique-ruins-of-town-pompeii-in-southern-italy.html?fromid=ZS9TeW8zMk9INUNIT1dEYS9FZ2dIdz09
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.tripadvisor.com.tr/ShowUserReviews-g297968-d12492183-r488400640-Vespasianus_Aniti-Side
_Manavgat_Turkish_Mediterranean_Coast.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.tripadvisor.com.tr/LocationPhotoDirectLink-g298006-d3622068-i257617218-Trajan_Fountain-Izmir
_Izmir_Province_Turkish_Aegean_Coast.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.archdaily.com/89460/musealization-of-the-archaeological-site-of-praca-nova-of-sao-jorge-castle-jlcg-arquitectos
(Erişim Tarihi: 08.01.2019)
https://www.booking.com/hotel/bg
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.relaisanlorenzo.com/index_en.html
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.archdaily.com/72192/kolumba-musuem-peter-zumthor
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.relaisanlorenzo.com/rsl_gallery_en.html
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.zainoo.com/en/italy/veneto/verona/via-cappello
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.123rf.com/photo_37904115_verona-italy-august-27-2013-street-in-verona-city-center-with-archaeological-dig-site-of-antique-per.html
(Erişim Tarihi: 08.01.2019).
Karabağ,E.N.,
“Kent Arkeolojisi Metoduyla Çok Katmanlı Kentlerdeki Tarihsel Sürekliliğin
Çözümlenerek Korunması (İzmir Örneği), Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi,
Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008.
Kaymak,G.,
“Arkeolojik Restorasyon Uygulamalarında Görülen Teori ve Pratik Çelişkileri”
KUBAN, D., Tarihi
Çevre Korumanın Mimarlık Boyutu Kuram ve Uygulama Kitabı,
Quatember U.
(2011) Das Nymphaeum Traiani in Ephesos, FiE XI/2, Tafel 4. Quatember U (2011)
Das Nymphaeum Traiani in Ephesos, FiE XI/2, Tafel 5. ÖAİ Arşiv no.
A-W-ÖAİ-DIA-044247-original
Yorumlar
Yorum Gönder