Arkeolojik Alanlarda Sunum Yaklaşımları ve Kent Arkeolojisi

ICOMOS’un Arkeolojik Mirasın Korunması ve Yönetimi Konusundaki Tüzüğü (1990)’ndeki tanıma göre  “Arkeolojik miras” temel verileri arkeolojik yöntemlerle elde edilen maddi mirastır. İnsan varlığının her tür izini kapsar ve her tür insan etkinliğini yansıtan yerleri, terk edilmiş yapıları, toprak ve su altındaki sitler de dahil olmak üzere her tür kalıntıyı, bunlarla ilişkili taşınabilir tüm kültürel malzemeyi içerir.

Arkeolojik miras insan gelişimini ve birikimini geçmişten günümüze aktarması yönünden değerli bir kaynak olduğu gibi tarihi belge niteliği taşımasından ve yenilenemeyen bir kaynak olmasından dolayı da korunması önem arz etmektedir. Koruma kavramının daha konuşulmadığı 1300’lü yıllarda eski Roma tarihi kalıntıların tahribatına neden olanların para cezasına tabi tutuldukları bilinmektedir. Tarihi eser korunmasının daha o yıllarda ön plana çıktığı görülmektedir.
Arkeolojinin bilim haline gelmesi ise 18. yüzyılda İtalya’da başlanan kazılar sayesinde (Pompei- Herculaneum) gerçekleşirken burada ortaya çıkarılan Roma Dönemi kalıntılarının uzun süre bakımsız kalmaları sonucu fresklerin solması, mozaiklerin dağılması gibi durumlarla karşılaşılmış ve ortaya çıkan bu durumlar arkeologları koruma anlamında çözüm aramaya yöneltmiştir. Bu durum kazılar ve koruma uygulamalarının sistematikleşmesini ve kararlar alınmasını sağlamıştır.

Arkeolojik alanlardaki koruma uygulamaları ile ilgili uluslar arası ilkeler, son 70 yılda tartışarak geliştirilmiştir. 19 Aralık 1954’te Paris’te imzalanan “Avrupa Kültür Sözleşmesi”, UNESCO’nun 1956 tarihli “Arkeolojik Kazılarda Uygulanacak Uluslar arası İlkeler Tavsiye Kararı”, “Venedik Tüzüğü”(1964),, Avrupa Konseyi’nin ilki 1969’da Londra’da, değiştirilmiş şekli 1992’de Valetta’da imzalanan “Arkeolojik Mirasın Korunmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesi”, UNESCO’nun 1976’da Nairobi’de aldığı “Tarihi Alanların Korunması ve Çağdaş Rolleri Konusunda Tavsiyeler Kararı”, ICOMOS’un “Arkeolojik Mirasın Yönetimi” (1990,Lozan) ve “Sualtı Kültür Mirasının Korunması Yönetimi” (1996,Sofya) tüzükleri bulunmaktadır. (Ahunbay,2010)

Türkiye’de Arkeoloji Biliminin Gelişimi


Ülkemizde; Batı Anadolu'da demiryolu inşaatları sırasında görevli mühendislerin çevredeki arkeolojik kalıntılarla ilgilenmesiyle, Efes ve Bergama'da ilk düzenli kazılar başlatılmıştır. (Ahunbay,1996) Böylece 19. yüzyılda arkeoloji biliminin gelişimi Türkiye’de de başlamıştır.

Ülkemizdeki arkeolojik varlıkların bir değer olarak tanınması ve yasal koruma altına alınması, Müze-i Hümayun müdürü P.A. Dethier tarafından hazırlanan 1874 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi'yle olmuştur. Taşınır ve taşınmaz eski eserleri kapsayan bu yasamızda eski eser "yeryüzünde ve yeraltında bulunan arkeolojik eserler, paralar ve eşya" olarak tanımlanmış; kaçak kazıları denetim altına almak amacıyla, tarihi eserleri tahrip edenlerin cezalandırılması hükmü getirilmiştir. Söz konusu yasanın ortaya çıkışı sırasında devletin arkeolojiye bakış açısı günümüzdekinden oldukça farklıdır. Yasada kazı sonunda elde edilenler üçe bölünmekte; buluntular arazi sahibi, devlet ve kazı ekibi arasında eşit olarak paylaşılmaktaydı. Önceleri yabancı ekipler kazıyla elde ettikleri heykel, vd. buluntuları yurtdışına çıkarabiliyorlardı. H. Schliemann'ın 1873 yılında Troia kazısında bulduklarını Yunanistan'a yollaması sonucu meydana gelen sıkıntılı durumun ardından Asar-ı Atika Nizamnamesi'nde değişiklik yapılması fikri güçlenmiştir. Osman Hamdi Bey'in (1842-1910) çabalarıyla 1884'de yürürlüğe giren yasayla, arkeolojik değerlerin yurtdışına çıkarılması yasaklanmış; kazıyla ortaya çıkarılan her tür eski eserin devlete ait olması kabul edilmiştir (Ahunbay,1996).

Böylece yasalar incelendiğinde; çıkarılan ilk Nizamname’de kazıda çıkarılan eserlerin yurtdışına kaçırılamayacağı fakat yurt içinde satılabileceği ve eseri bulanın eserin sahibi olduğu uygulaması geçerliyken, 1874’te uygulanan ikinci nizamnamede eser esas olarak devlete ait sayılmıştır. Fakat üçte biri eseri bulana, üçte biri eserin çıkarıldığı arazinin sahibine, üçte biri de devlete ait kabul edilmiştir. 1884’te 3.Nizamname ile birlikte kazı yapmak için ruhsat zorunluluğu getirilmiş, bütün eserlerin devlete ait olduğu kesinleştirilmiş ve eski eser tanımı genişletilmiştir. 4. Asar-ı Atika Nizamnamesi ise 1906 yılında çıkarılmış olup tüm kültürlere ait değerler eski eser kapsamına dahil edilmiştir. Yalnızca taşınamayan anıtlar değil taşınabilen eski yapıtların tümü de devlet malı sayılmış ve eski eser kavramı genişlemiştir. Müzecilik bu dönemde oldukça gelişmiştir.

1912 tarihli ‘Muhafaza-i Abidat Kanunu’ ve 13.03.1930 tarihli ‘Esvar ve Kala-i Atikadan belediyelere, vilayete terk olunacak yerler hakkında kanun’, Cumhuriyet Döneminde de kullanılmıştır. 1951 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ‘Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’ oluşturulmuş, anıtları koruma işlerinde uyulacak ilkeleri belirlemek, uygulamaları denetlemek ve görüş bildirmek gibi görevler yüklenmiştir. 25.04.1973 tarihinde artık gereksinimlere cevap veremez duruma gelen tüm eski yasalar yürürlükten kaldırılarak, koruma konusunda çağdaş gelişmeleri yansıtan 1710 sayılı ‘Eski Eserler Kanunu’ yürürlüğe konmuştur.

Arkeolojik, tarihi ve doğal sit kavramlarının ilk kez yasal düzenlemelerde yer almasının sağladığı olanaklarla ‘Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’, 1973-82 yılları arasında 100’ü kentsel alanda konumlanan 417 sit alanı belirlemiştir (Ahunbay,2007). Tarihi çevrenin doku bütünlüğüyle korunmasına olanak veren bu yasa koruma tarihimizde bir dönüm noktası olmuş; tarihi süreklilik, çok katmanlılık gibi kavramlar henüz oluşmasa da sit kararları, kentlerin farklı dönem birikimlerinin korunmasına katkıda bulunmuştur (Aydeniz,2009).

20. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması; yeni rejimin arkeolojiye olumlu bakışı sonunda, bu alanda eğitime önem verilmesi, bilinçlenmeyi hızlandırmıştır. Yurtdışına arkeoloji eğitimi görmek üzere gönderilenlerin dönüşlerinde üniversitelere öğretim üyesi olmaları, Ankara ve İstanbul üniversitelerinde arkeoloji bölümleri kurulması sayesinde, çok sayıda uzman yetiştirilmiştir. Cumhuriyetin ilk 50 yılı içinde Türk ve yabancı arkeologlar düzenli kazılar yaparak ülkenin çeşitli dönemlerine ait yeni veriler elde etmişlerdir. 1979'dan bu yana ise, her yıl düzenlenen kazı sonuçları sempozyumlarıyla, bu alandaki bulgular arkeoloji bilim dünyasına sunulmakta ve yayımlanmaktadır (Ahunbay,1996).

Kent Arkeolojisi Kavramı

Tarihin farklı dönemlerinde yerleşilmiş ve bu farklı dönemlerin izlerini içinde halen barındırmakta olan kentler bulunmaktadır. Farklı dönemlere ait kalıntı ve izlerin yatayda, düşeyde veya diğer açılarda sıralandığı bu yerleşimlere “çok katmanlı kent” denilmektedir. Bu katmanların araştırılması hem kentin geçirdiği tarihsel süreci ortaya koymakta hem de yaşanılan dönemler ve insan - kent ilişkisiyle ilgili bilgiler içermektedir. Aynı zamanda ortaya çıkarılan bu alanlar mimari ve mekansal çeşitlilik yaratıp kent kültürünü zenginleştirmektedir. Geçmişte çok katmanlı bu alanlara gereken önem verilmemiş, yeterince korunmamıştır. Mevcut koruma kavram ve yöntemlerinin çok katmanlı kentleri koruma açısından yetersiz kalması sonucunda da “kent arkeolojisi” kavramı bilimsel bir çalışma alanı olarak ortaya çıkmıştır.

“Kentsel Arkeoloji” terimi 2.Dünya Savaşı sonrasında yıkıma uğramış Avrupa kentlerinin yeniden inşa süreçleriyle beraber kullanılmaya başlanmıştır. Kentsel alanlarda yürütülen arkeolojik çalışmaları tanımlamak için kullanılan terim, zamanla kentlerin çok katmanlı kültürel yapısını anlamaya ve kentin tarihsel gelişimini ortaya koymaya çalışan bir disiplin olmuştur (Belge,2004).

Kentsel arkeoloji kavramı ülkemizde ilk kez 1990 yılında, Avrupa Konseyi’nin isteği üzerine kentsel arkeoloji başlıklı bir sempozyum düzenlenmesi amacıyla, Kültür Bakanlığı bünyesinde kurulan komite tarafından kullanılmıştır. Bu sempozyumda birçok söylem ve problem tartışılmış, fakat uygulamaya yönelik bir fikir geliştirilememiştir (Boylu,1994).
Daha sonra bu tanım 1993 yılında 338 sayılı İlke Kararı ile yazımızda kullanılmaya başlanmıştır. 338 sayılı ilke kararı, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma yasasının 6. Maddesi kapsamında tanımlanan korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarını içeren ve aynı yasa maddesi gereği korunması gerekli kentsel dokuların birlikte bulunduğu alanların, kentsel arkeolojik sit alanları olarak tanımlanmasını karara bağlamıştır. (Belge,2004)

Ülkemizde kent arkeolojisi (kentsel arkeoloji) kavramının çok geç ortaya atılması, çok katmanlı kentlerimizin tarihi zenginlik ve çeşitliliklerinin tehlikede olmasına sebep olmuş, tarihi yapı ya da kalıntılar kent gelişiminde engel olarak görülmüştür. Fakat günümüzde bu durum değişmekte, bu alanların yasalarla korunmaya başlanmasının yanı sıra, kent ve kentli için önemi ön plana çıkmaktadır. Kentin sosyal ve kültürel gelişimine katkı sağlarken kentin tarihsel geçmişini de aydınlatmaktadır.  

Arkeolojik Restorasyon ve Arkeolojik Alanlarda Sunum Yaklaşımları

Arkeolojik restorasyon denildiğinde akla gelen ilk kavram, arkeolojik sitlerin tarihi belge olarak yansıtılmasını sağlayan en iyi sunuş yöntemi olan “anastilosis” uygulamasıdır.  Venedik tüzüğünün 15. Maddesine göre; “yıkılmış, parçaları dağılmış olan antik yapıların özgün parçaları derlenip bir araya getirilerek ayağa kaldırılmaları” anlamını taşıyan bu kavram arkeolojik alanlarda başvurulan birincil yöntemdir.


Şekil 1: Perge Antik Kenti’nde Anastilosis uygulamasından önce kenara ayrılmış “Batı Helenistik Kule Mimari Parçaları”- 2018

Şekil 2: Perge Antik Kenti’nde numaralandırılarak yerlerine yerleştirilmiş özgün parçalar-2018

Bu yöntemin uygulanabilmesi için parçalanmış halde bulunan yapının, güncel malzemelerle ayağa kaldırılmasını sağlayacak yoğunlukta özgün parçasının bulunmuş olması gerekmektedir. Kazılar sonucu ortaya çıkan parçaların bulundukları yerler bir vaziyet planı üzerine işaretlenir, her bulunan parça incelenir, o parçayla ilgili bilgi fişi hazırlanır. 1/10 ölçekli plan, kesit, görünüş çizimleri yapılır, parçaların ayağa kaldırılacak yapı içindeki konumları belirlenir ve bir araya getirilme olasılıkları değerlendirilir. Bu parçalar birleştirilirken kullanılan malzemenin ise ayırt edilebilir olması istenmektedir. Bu duruma uyulmaması, yeterli parça yokken yapının ayağa kaldırılma çalışması yeniden yapım anlamına gelmektedir ve arkeolojik restorasyona aykırı bir yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Bununla ilgili en bilinen örnek Atina Agorası’nda yer alan Attalos Stoası’dır.
          Şekil 3: 1952 kasım ayında Attalos Stoası         

      Şekil 4: 1956 aralık ayında Attalos Stoası
(Kaynak: http://www.agathe.gr/overview/the_stoa_of_attalos.html)
1952 yılında çekilen fotoğrafta görüldüğü üzere yapıya ait çok az kalıntı bulunmaktadır ve yeni yapılan yapının büyük çoğunluğu güncel malzemeyle oluşturulmuştur. Bu da rekonstrüksiyona gidildiğini göstermektedir. Gözlemciyi yapının tarihi, malzemeleri hakkında yanıltabilen bu yaklaşımda, geçmişi tekrar yaşatmak amacına bağlı kalınarak hayata geçirilmesine rağmen Stoa’nın dükkan sıralarından oluşan mekan düzenine uyulmamış, müze aydınlatmasının da mekanların özgün durumlarına aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Bu nedenlerden dolayı geçmiş fonksiyonu da günümüze ulaştıramadığı anlaşılmaktadır.

Ahunbay’a göre arkeolojik kalıntılar yeniden kullanım zorlamalarıyla karşı karşıya bırakılmamalıdır. Bu konuda gösterdiği örnek ise; Efes Domitian Terası’dır. Burada bulunan kalıntıların hepsi değil, eski halinin bir parçası ayağa kaldırılmış bu da gözlemciye yapının bütün hali hakkında bilgi vermektedir.

Şekil 5: Efes Domitian Terası
(http://izmirfx.mekan360.com/haberler_4320,0-izmir-haberleri-efes-domitian-tapinagi.html)

Özellikle anastilosis sonrası ayağa kaldırılan yapıların bulundukları arkeolojik alanla ilişkisi dikkate alınarak kaldırılma işlemi gerçekleştirilmedir. Tüm siti ayağa kaldıracak yeterli sayıda parçanın bulunmadığı alanlarda, yeterli sayıda parçası bulunup ayağa kaldırılacak yapıların alandaki en önemli yapı izlenimi verecekleri göz önünde bulundurulmalı, eğer gerçekten de mevcut durum böyleyse ayağa kaldırılmalı, değilse restitüsyon çizimiyle yetinilmeli ya da sadece belli bir kısım parça, tarihi belgeyi ifade edecek şekilde sergilenmelidir. Bu konu üzerine Zeynep Ahunbay’ın verdiği örnek Efes Küretler Caddesi’ndeki Trajan çeşmesidir. Bu alanda yapılan anastilosis çalışmasında, ayağa kaldırılacak çeşmenin arkeolojik sitteki diğer yapıların önüne geçmemesi istendiğinden orijinal yüksekliğinde yapılmamıştır. Fakat bu durumda gözlemci tarihi belgeyi gerçek haliyle algılayamamakta yanılgıya düşmektedir. 

Şekil 6: Anastilosis Uygulaması Öncesi Görünüş - Trajan Çeşmesi Cephe Restitüsyonu -Uygulama sonrası
(Kaynak: Quatember U. (2011) Das Nymphaeum Traiani in Ephesos, FiE XI/2, Tafel 4. Quatember U (2011) Das Nymphaeum Traiani in Ephesos, FiE XI/2, Tafel 5. ÖAİ Arşiv no. A-W-ÖAİ-DIA-044247-original)

Şekil 8: Efes Küretler Caddesi’ndeki Trajan Çeşmesi Anastilosis Uygulaması Sonrası Görünüş
(Kaynak: https://www.tripadvisor.com.tr/LocationPhotoDirectLink-g298006-d3622068-i257617218-Trajan_Fountain-Izmir_Izmir_Province_Turkish_Aegean_Coast.html)

1.Malzeme
Anastilosis uygulamalarında dikkat edilmesi gereken durumlardan bir tanesi de anıta eklenen eklerin kolayca anlaşılabilir olmasıdır. Venedik Tüzüğü’nün 15. maddesinde bu konu vurgulanmaktadır. Bununla ilgili örneklerden bir tanesi Side antik kentinden verilebilir.
Şekil 9: Side Antik Kenti - Vespasian Anıtı
(Kaynak: https://www.tripadvisor.com.tr/ShowUserReviews-g297968-d12492183-r488400640-Vespasianus_Aniti-Side_Manavgat_Turkish_Mediterranean_Coast.html)

Side antik kentinde bulunan Vespasian Anıtı anastilosislerinde sütunları tamamlayan parçalar ayırt edilebilir niteliktedir. Malzemenin hem özgün olandan ayırt edilmesi ve ayırt edilebilir malzemenin özgün malzemeyle uyum içerisinde olması açısından olumludur.
Bu yaklaşımın abartıldığı durumlara da rastlanmaktadır. Örneğin Pompei’de  beyaz mermer sütun ve ayaklar kırmızı tuğla ile bütünlenmiştir. Bu örnek bir bütünlemenin estetik yönden başarılı olabilmesi için ayrıntıların iyi çözümlenmesi gerekliliğini vurgulamaktadır. Biçiminin sürdürülebilmesi eklerin özgün parçaya olabildiğince yakınlaşmasıyla gerçekleşebilmektedir. Bir bütünleme biçimin algılanabilmesine yardım ettiği, genel bakışta göze batmadığı fakat yakından çıplak gözle izlendiğinde ayırt edilebilir olduğu zaman estetik yönden de başarıya ulaşmış sayılabilir (Ahunbay,1996).
Şekil 10: Pompei Kenti sütunlarındaki beyaz mermer – tuğla bütünlemesi
(Kaynak: https://www.123rf.com/photo_32139186_famous-antique-ruins-of-town-pompeii-in-southern-italy.html?fromid=ZS9TeW8zMk9INUNIT1dEYS9FZ2dIdz09)

Onarımda kullanılamayacak kadar kötü durumda olan malzemelerin yerine bazen de replikalarının hazırlanması gerekir. Böyle bir durumda ilk tercih özgün malzemenin sağlanmasıdır. Özgün malzemenin sağlanamadığı durumlarda (taş ocaklarının yerinin bilinmemesi, ulaşılamaması, işlemin çok pahalı olması gibi) yapay taş kullanımı uygun görülebilir.
Özgün taşın rengine ve yapısına uyum sağlayabilmek için malzeme araştırması yapılır; taş tozu ve kırığına bağlayıcı katkılar eklenerek uygun fiziksel ve kimyasal özellikler elde edilebilir. Dökme tekniği ile hazırlanan yeni parçaların gerçeğe yakın biçim alabilmeleri için silikon, kauçuk, lateks gibi kalıp malzemelerinden yararlanılmaktadır. Özgün parçalardan alınan ayrıntılar aynen veya sadeleştirilerek kullanılmaktadır (Ahunbay,1996).
Böyle durumlarda seçilen yapay taş genleşip eski taşı çatlatabilme potansiyeli taşıdığından dolayı seçimi önem arz etmektedir.
Ülkemizde bulunan Assos Antik Kenti’ndeki Athena Tapınağı, geçirdiği ilk restorasyonda (1987) altı sütunu ayağa kaldırılmıştır. Bu restorasyonda sütunlarda kullanılan beton parçaları zamanla çatladığından ve eridiğinden dolayı 2007 yılında yeni bir restorasyon yapılmış ve bu restorasyonda eksik parçalar andezitten üretilmiştir.
Özgün parçalardaki kırılmaları birleştirmek için ise titanyum, krom-çelik gibi malzemeler kullanılır. Metal bağlantı elemanlarının bozulmasını engellemek (korozyon) ve sabitlemek amacıyla kurşun eritilip dökülür ya da epoksi reçineyle örtülürler. 

2.Taşıyıcı Sistem
Antik yatay ve düşey taşıyıcılara yük bindirmenin malzemeyi zorlayacağı durumlarda yeni bir taşıyıcı sistem oluşturulması işlemine gidilmektedir (Ahunbay,1996).
Efes Celsus kütüphanesi restorasyonunda bu işleme gidilmiştir.
        “Tüm cephenin çatı kornişi seviyesine kadar kaldırılmasına yetecek kadar (% 80) antik malzeme mevcuttur, fakat arka duvarın taşlarından oldukça az miktarda kalmıştır. Böylece arka duvar neredeyse tamamıyla yeni  bloklardan yapılmıştır. Taşıyıcı sistem geliştirirken yerine getirilmesi gereken koşullardan biri, depreme dayanıklılığın sağlanması olmuştur. Kısmen mevcut taşların kullanımıyla ve özellikle cephenin iç tarafında orijinal taşın olmadığı yerde betonarmenin kullanımıyla oluşturulan çerçeve taşıyıcı sistemi oluşturmuştur. Buradan çıkan konsollar, sütunların üzerine oturtulmuş, kornişler doğrudan betonarme konsollara bağlanmıştır. Donanımda kullanılan inşaat çeliği taşlara delme yoluyla yerleştirilmiş ve çatlaklar birbirine reçine bazında sentetik bir yapıştırıcı kullanılarak yapıştırılmıştır. Orijinal taşın rengine uygun olarak renklendirilmiş beyaz çimento bazında yapay taşlar, üst yüzey olarak eklenmiştir. Uygulama tarihinde kırılan orijinal parçaların yapıştırılmasında kullanılan araldit ve kullanma tekniği ile ilgili deneyim yoktu, aradan geçen zaman içinde aralditin çözüldüğü, zamanla renk değişimine uğradığı, giderek büyüyen çatlaklar oluştuğu bilinmekte ve ölçüm yoluyla denetlenmektedir.” (Kaymak,2008).
Şekil 11: Efes Celsus Kütüphanesi
(Kaynak: https://www.flickr.com/photos/talipcetin/28961809295)

3.Çatılar
Arkeolojik sitlerde koruma daha çok doğanın ve insanların zararlı etkilerine karşı yapılmaktadır. Kazı sonrasında ortaya çıkan duvar, döşeme, tonoz ve diğer mimari ögelerin sağlamlaştırılarak korunmaları söz konusudur. Açıkta kalması sakıncalı olan malzeme ve ayrıntılar (kerpiç, mozaik döşeme, çini kaplı duvar, fresk vb.) bir çatı altına alınarak korunabilir. Bu durumda çatının sit alanı içinde yaratacağı olumsuz etkiyi düşünmek ve önlem almak gerekir. (Ahunay)
Arkeolojik alanlarda kalıntıları kar, yağmur gibi doğa olaylarına karşı korumak için yapılan çatılar, gözlemcinin dikkatini kendisine çekmemeli, arkeolojik alana göre daha gösterişli olmamalıdır.
Ülkemizde bulunan Karatepe Açık Hava Müzesi, geç Hitit dönemine ait kalıntıların korunarak sergilendiği bir alandır.  1957 yılında Turgut Cansever tarafından tasarlanan “saçaklar” ile antik sınır kalesi her türlü hava koşullarından koruma altına alınmıştır.
Şekil 12: Turgut Cansever tarafından tasarlanan “saçaklar”
(Kaynak: http://www.arkiv.com.tr/proje/karatepe-acik-hava-muzesi/2807)

Şekil 13: Molinete Arkeoloji Parkı – İspanya
(Kaynak: www.pinterest.com)
İspanya’da bulunan Molinete Arkeoloji Parkı’nda bulunan kalıntıları koruma amaçlı yapılmış çatıda ise daha ilgi çekici bir tasarıma gidilmiştir.

4.Çağdaş Ek
Arkeolojik alanlarda gözlemcinin kalıntılara zarar vermeden dolaşmasını ve alanın sirkülasyonunu sağlayan ekler de ihtiyaca göre bulunabilmektedir.
Şekil 14: Efes Yamaç Evler – Sirkülasyonu Sağlayan Cam Çağdaş Ek
(Kaynak: http://www.kentyasam.com/yamac-evleri-gormeden-eve-donme-yhbrdty-3284.html)

Efes Yamaç Evler’de olduğu gibi kalıntıların üzerlerine yapılacaklarsa genellikle cam gibi hafif strüktürler tercih edilir. Hem de böylece gözlemci üzerinde dolaştığı kalıntıları da izleyebilmektedir.
Şekil 15: Perge antik tiyatrosunda bulunan sirkülasyonu sağlayan çağdaş ek

Perge Tiyatrosu’nda kullanılan çağdaş ek de antik yapılarda bulunamayan parçaların sirkülasyonu aksattığı durumlarda çözüm üretmek amacıyla yerleştirilen eklere örnektir. Gözlemci tiyatronun dışından gelip girişten geçip fotoğraftaki ahşap platformun üzerinden geçerek tiyatronun orkestra bölümüne ulaşabilmektedir. Böylece gözlemcinin yapı içerisinde dolaşımı sağlanmaktadır.

5.Arkeolojik Alanlarda Güncel Sunum Yaklaşımları
Arkeoloik alanlarda alanın tamamını ya da alandan bir yapıyı ayağa kaldırmaya yetecek kadar parça bulunmayabilir ya da bazı durumlarda örneğin alan kent içinde ise arkeolojik alanın ayağa kaldırılması kent içindeki silüeti bozabilir yada kent içindeki arkeolojik alanın yakınında bulunan ve kent için önem arz eden başka bir yapının kent içindeki görüntüsünü etkileyebilir. Böyle durumlarda alanın özel durumuna ve etrafındaki yapılarla ilişkisine göre sunum şekline karar verilmelidir.
Şekil 16: Sao Jorge kalesinin restorasyonu sırasında ortaya çıkan demir çağına ait arkeolojik alan
Şekil 17: Yapının İç Mekanı
(Kaynak: https://www.archdaily.com/89460/musealization-of-the-archaeological-site-of-praca-nova-of-sao-jorge-castle-jlcg-arquitectos)

Sao Jorge kalesinin restorasyonu sırasında ortaya çıkarılan kalıntılar alçı bir çatı örtüsüyle sarılmıştır. Alanda bulunan kalıntıların bir kısmı öngörülen gerçek duvar yüksekliğine kadar alçıpan duvarlarla  yükseltilmiş ve gözlemciye geçmiş hali hakkında fikir vermektedir. Kalıntının zarar görmemesi için alçıpan duvarlar kalıntıdan 50 cm yükseklikte başlamaktadır ve toprak zeminde 6 farklı noktaya taşıtılmaktadır. Bu sunum yönteminde güncel malzeme kullanılarak gözlemciye fikir verme yoluna gidilmiş, arkeolojik kalıntılar ve güncel malzeme arasında ise en az temas sağlanmaya çalışılmıştır.
Şekil 18: Edoardo Tresoldi’nin Siponto Arkeoloji Parkı’nda tasarladığı  tel örgüden oluşan  bazilika strüktürü
( Kaynak: https://xxi.com.tr/i/gecmisten-gelen-hayal)

İtalya’nın Puglia bölgesinde yer alan antik liman şehri Siponto’da bulunan erken Hıristiyanlık dönemine ait olduğu bilinen kilise yapısı; Edoardo Tresoldi’nin tel örgüyle oluşturduğu strüktür ile gözlemciye sunulmaktadır. Strüktürün hafif olması ve gözlemlenen bazilika yapısına ait; kolon, kemer ve kubbeli çatı gibi hatları verebilmesi açısından olumlu bir sunum örneğidir. Anastilosise gidilecek kadar parçanın ortaya çıkmadığı bu alanda güncel bir çözüm yöntemi bulunmuş, hem kalıntıları etkilemeyecek kadar hafif bir tel strüktür kullanılmış hem de gözlemcinin eski yapıyı algılaması sağlanmıştır.
Şekil 19: Davidson Merkezi gece görünüşü

Şekil 20: Davidson Merkezi - Arkeolojik alanı örten cam yapı

Şekil 21: Davidson Merkezi – 21. Yüzyılı yansıtan cam ve çelikten oluşturulmuş strüktür
(Kaynak: https://www.archilovers.com/projects/129824/davidson-center.html)

Kudüs’teki antik şehirde bulunan Davidson Merkezi, yeraltında kalan arkeolojik alanın dolaşılabilmesi için tasarlanmıştır. Kudüs’ün çok katmanlı arkeolojik alanlarının sunumunu sağlarken, konferans ve sergi alanı olarak da kullanılmaktadır. Antik duvarların kütlesini ortaya çıkaran Kemerler Salonu şeffaf cam yapıyla örtülmüştür. Yeraltında bulunan 21. yy yapısını yansıtmak için ise “oculus” adını verdikleri bir mimari öge yüzeyin üzerinde tasarlanmış, cam ve çelik ile hafif bir strüktür oluşturulmuştur. Bu tasarımda arkeolojik alanın işlevlendirilmesiyle karşılaşılmaktadır. Bu yaklaşım kentlerde bulunan arkeolojik alanlarda da karşımıza çıkmaktadır.  

Kent Arkeolojisi Yaklaşımları
Kent içinde kalmış arkeolojik alanlar bulundukları yerler ve şartlara göre farklı sunum yaklaşımlarıyla kent içlerindeki yerlerini korumaktadırlar. Bu nedenle kent içinde kalmış her arkeolojik alan kendi içinde kendi şartlarında değerlendirilmeli, çevredeki yapılarla ilişkisi gözetilmelidir.

Şekil 22: Plovdiv Kent Merkezi
(Kaynak: https://www.booking.com/hotel/bg)

Bulgaristan’ın Plovdiv şehrinde, şehir merkezinde bulunan kalıntılar korunmuş, arkeolojik alan üzerinden geçen yolda boşluklar açılarak köprü oluşturulmuş, kent merkezinde halkın dinlenebileceği ve çok katmanlı şehri izleyebileceği bir peyzaj alanı oluşturulmuştur. Kalıntılar yeni kentin tarihi silüetini bozmamış aksine beslemiştir. Alt katmandaki arkeolojik alan içerisinde dolaşılabilmektedir ve alanlar cam ile şeffaflık sağlanarak bölünüp iç mekan yaratılmıştır. 

Şekil 23: Kolumba Müzesi İç Mekan

Şekil 24: Kolumba Müzesi Cephe Görünüşü
(Kaynak: https://www.archdaily.com/72192/kolumba-musuem-peter-zumthor)

Pether Zumthor’un tasarladığı Kolumba Müzesi kentin içine girmiş arkeolojik alanı içinde barındırarak kapalı ve korunaklı bir alan sağlamaktadır. Müze; Roma dönemine ait kalıntıların ve savaş sonrasında yıkılmış 19. yüzyıl kilise kalıntılarının bulunduğu alanda yapılmıştır. Yapı St Kolumba Kilisesi’nin kalıntıları arasında dolaşım imkanı sağlamakta ve içinde 16 sergi salonu bulunan bir müze olarak tasarlanmıştır. Kalıntılar arası sirkülasyon ahşap köprülerle sağlanmıştır. Yapının duvar malzemesi ise gri tuğladır.

Şekil 25: Relais San Lorenzo Oteli
(Kaynak: http://www.relaisanlorenzo.com /rsl_gallery_en.html)

Relais San Lorenzo; kent içindeki arkeolojik kalıntıları içine alan bir otel projesidir. Otelin yapımı sırasında ortaya çıkan kalıntılar tasarıma yön vermiş ve korumaya alınmışlardır. Otelin restoran kısmından izlenebilen bir alan olarak korunmuştur. Hatta restoran kısmında içerisinde ortaya çıkan kalıntılar korunmuş, hem tasarım zenginleştirilmiş hem de kent tarihi korunmuştur. Proje M.S 300 yılına ait Roma duvarlarını içinde barındırmaktadır. Bu yaklaşım kent içi arkeolojik alanın işlevlendirilerek korunmasına örnektir.

Şekil 26: Verona Şehir Merkezindeki Arkeolojik Alan
(Kaynak: https://www.zainoo.com/en/italy/veneto/ verona/via-cappello)

Şekil 27: Verona Şehir Merkezindeki Arkeolojik Alan
(Kaynak: https://www.123rf.com/photo_37904115_verona-italy-august-27-2013-street-in-verona-city-center-with-archaeological-dig-site-of-antique-per.html)

Verona şehir merkezinde Roma Dönemi’ne ait kalıntıların bulunduğu arkeolojik alanda,  Plovdiv şehir merkezindeki arkeolojik alana yakın bir yaklaşım gözlemlenmektedir. Kent merkezindeki yayalaştırılmış bir sokakta oluşturulan boşlukla, yolun altında kalan arkeolojik alan ortaya çıkarılmış ve yolda yürüyen insanların görebilecekleri şekilde kot farkı yaratılarak düzenlenmiştir. Kent merkezinin de tarihi binalardan oluşan bir tarihi çevre olması, çok katmanlı kenti kot farkıyla gözler önüne sermektedir. Şehir katmanları tasarım unsuru olarak ele alınmış, kent yaşamına dahil edilmiştir.
  
Kaynaklar
Ahunbay, Z., Tarihi Çevre ve Restorasyon Kitabı, Dokuzuncu Baskı, Yem Yayınları, 2017.
Ahunbay, Z., Arkeolojik Alanlarda Koruma Sorunları Kuramsal ve Yasal Açılardan Değerlendirme, 2010
Aydeniz, E.N., “Kent Arkeolojisi Kavramının Dünyadaki Gelişimi ve Türkiye’deki Yansımaları” Yaşar Üniversitesi, Mimarlık Bölümü, 2009.
Belge,B., “Çok Katmanlı Tarihi Kent Merkezlerinin Yönetimi: Kentsel Arkeoloji ve Planlama”, Orta Doğu Teknik Üniversitesi,Mimarlık Fakültesi, 2004.
Boylu,A., “Urban Archaeology (A visionary framework for urban archaeology in Turkey) (yayınlanmamış y. Lisans tezi), Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, 1994.
Duman,B., “2012 Tripolis Kazı ve Restorasyon Projesi”
Erder, C., “Tarihi Çevre Bilinci” Orta Doğu Teknik Üniversitesi,Mimarlık Fakültesi, 2007.
https://xxi.com.tr/i/gecmisten-gelen-hayal (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.kentyasam.com/yamac-evleri-gormeden-eve-donme-yhbrdty-3284.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.arkiv.com.tr/proje/karatepe-acik-hava-muzesi/2807 (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.pinterest.com (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.flickr.com/photos/talipcetin/28961809295 (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://izmirfx.mekan360.com/haberler_4320,0-izmir-haberleri-efes-domitian-tapinagi.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.architectural-review.com/today/so-jorge-castle-archeological-site-by-jlcg-arquitectos-lisbon-portugal/8607234.article (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.agathe.gr/overview/the_stoa_of_atta los.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.archilovers.com/projects/129824/davidson-center.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.123rf.com/photo_32139186_famous-antique-ruins-of-town-pompeii-in-southern-italy.html?fromid=ZS9TeW8zMk9INUNIT1dEYS9FZ2dIdz09 (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.tripadvisor.com.tr/ShowUserReviews-g297968-d12492183-r488400640-Vespasianus_Aniti-Side _Manavgat_Turkish_Mediterranean_Coast.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.tripadvisor.com.tr/LocationPhotoDirectLink-g298006-d3622068-i257617218-Trajan_Fountain-Izmir _Izmir_Province_Turkish_Aegean_Coast.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.archdaily.com/89460/musealization-of-the-archaeological-site-of-praca-nova-of-sao-jorge-castle-jlcg-arquitectos (Erişim Tarihi: 08.01.2019)
https://www.booking.com/hotel/bg (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.relaisanlorenzo.com/index_en.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.archdaily.com/72192/kolumba-musuem-peter-zumthor (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
http://www.relaisanlorenzo.com/rsl_gallery_en.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.zainoo.com/en/italy/veneto/verona/via-cappello (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
https://www.123rf.com/photo_37904115_verona-italy-august-27-2013-street-in-verona-city-center-with-archaeological-dig-site-of-antique-per.html (Erişim Tarihi: 08.01.2019).
Karabağ,E.N., “Kent Arkeolojisi Metoduyla Çok Katmanlı Kentlerdeki Tarihsel Sürekliliğin Çözümlenerek Korunması (İzmir Örneği), Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008.
Kaymak,G., “Arkeolojik Restorasyon Uygulamalarında Görülen Teori  ve Pratik Çelişkileri”
KUBAN, D., Tarihi Çevre Korumanın Mimarlık Boyutu Kuram ve Uygulama Kitabı,

Quatember U. (2011) Das Nymphaeum Traiani in Ephesos, FiE XI/2, Tafel 4. Quatember U (2011) Das Nymphaeum Traiani in Ephesos, FiE XI/2, Tafel 5. ÖAİ Arşiv no. A-W-ÖAİ-DIA-044247-original





Yorumlar

Popüler Yayınlar